20 Haziran 2009 Cumartesi

Ateşe su Leyla


Gaflet devam etmektedir. Zehirli bal kaşıkla değil, petek petek yenir.

Gaflet içinde gaflet;

“Gel ey Leyla, gel ey candan yakın canan uzaklaşma, Senin derdinle canlardan geçen Mecnun’la uğraşma”

yazdırmıştır defterin sırlı bir yerine. Yalnız deftere değil,

“Kalmasın bir nokta-i muzlim bu sevda yolunda” dercesine, halka arz edilen paçavralara da…

Çile mevsimidir lâleler için…

Soğuk, lâlenin kalbini yakmalı ki, içinde gizlenen esmâ aşkını nazarlara döksün…

Çilesiz ruhlar ham yapılıdır, gelene sevinmez, gidene de üzülmez. Lâle kırağı görmeli ki, açsın. “Lâlenin çilesi de yalnızlıktır toprak altında.” diyerek,

bir yandan karı, diğer yandan donmuş toprağı eşeleyip içine tohum yerleştirenler, gözyaşı dökerken bunu mırıldanırlar. Ama anlaşılmaz bir dua daha vardır oracıkta dillenen; ancak bu ne duyulur, ne de hissedilir. Eller açılıp, nefse tatlı gelenlerin terkedilme zamanı gelmiştir.

Toprağın altındaki lâleler, üstündekilerin açılmasını beklerken bilinmez bir hisle kavrulmaktadır. “Müneccimle muvakkît ne bilir, Dertlilere sor geceler kaç saat?” terennümü başlamıştır.

“Bir yâr olsun, bize Mevla’nın yolunu göstersin, ‘çile ile gel’ değeri bilinsin.” Bahar günleri yaşanırken acı bir rüzgâr eser. Açılan çiçekleri yakar, kavurur.

Cemre beklenirken kırağı düşmüştür lâlelere.

Demek ki; çile noksan kaldı, bize düşen gayrı sabırdır, sonu şeker şerbet olan, ama kendisi zehir olan sabır…

bazen bahar bazen kıştır yaşanan; ama görülen duyulan hep aynı şeydir. Başka yananlar da vardır. İyiyi kötüden ayıran sırrı söyleyenler gayret ederler; art arda gelen harfler kelime olup, okunsun diye uğraşırlar. Ve tevfik Mevlâ’dandır.

Beyaz lâle, ortada sarı ve kırmızı gül tomurcukları, çiğdemler, mor menekşeler en sonunda Leyla’ya ulaştırılır.

Zaman başkalaşır, mevsim değişir, çile dolmaya doğru gider. İlâç, ecza mesabesindedir ama, yine de şifa bir türlü gelmez:

“Derman arardım derdime / Derdim bana derman imiş.”

Gönül yangını silip atmıştır nahoş şeyleri. Dikenler gitmiş; gül kokusuyla, rengiyle ortada kalmış; ateş, günah yollarını tıkamıştır.

Evvelden hissedilemeyenler yaşanmaya başlanmışır:

Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem; Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım!” hali tercüme eden tefsir gibidir.

Güneşin lâleleri bitirdiği mevsim gelir. Ümit ferleri tükenmeye yüz tutar. Derken eski defterin kapalı sayfaları açılır.

Milimetrik oturan bir zaman tevafuku beyinleri zorlar, ye’sin yerleşeceği yerde; “Vazgeçmiş olaydı aramaktan ne bulurdu?

Elbet biri candan, biri canandan olurdu.” mısraları, mevsimin geçmediğini bağırmaktadır sanki. Güz tekrar bahara döner, hayalin bahçeleri yeniden açmaya başlar…

Ateşe su Leyla…

Filiz GÜL

0 yorum: