19 Ağustos 2009 Çarşamba

Yusuf ile Züleyha / 6.bölüm

http://img2.blogcu.com/images/z/e/y/zeynepdilyare/eski_20zamanlar_1_.jpg


Kardeşlerinin, Yusuf'u Kıra götürmek için Yakub'dan İzin Alması


Yakub, her ne kadar şeytanın çocuk gönüllerindeki tasallutundan korkarak, aman kardeşlerin duymasın, dediyse de, yerin kulağı var, her nasıl olduysa oldu, Yusuf’un rüyası ağabeyleri arasında duyuldu. En büyüğünden en küçüğüne kadar hepsinin taşıdığı neticede bir çocuk kalbi, hepsi de Yakub’un muhabbetine Yusuf kadar muhtaç ve hepsinin muhabbet makamından istediği tek şey adalet!

En küçükleri heyecan içinde, yanakları kıpkırmızı, dedi, duydunuz mu, düş görmüş şimdi de Yusuf. Düşünde güneş, ay ve on bir yıldız, gökten teker teker inip de secde ediyorlarmış önünde.

Hepsinin kalbinde bir ürperti. Bir sarsıntı on yüreğin her birinde. Kendi kalbinden ibaret kalsa hepsi masum. Sanki her birinin kalbinde Yusuf’un da ötesindeki Yusuf’a dair bir ezel bilgisi. Neredeyse Yakub’un kalbinde sirayet eden bir cezbenin sevinci.

Fakat şeytanin tasallutu işte. Aydınlık her birinin kalbinde karanlığa kendisini öyle kolay terk etti. Gizli bir elin bıraktığı kara bir benek hepsinin süveydasında büyüdükçe büyüdü. Bir ses usulca hepsinin kulağına, inanma, diye fısıldadı, inanma, bu bir yalandır.

Kardeşleri, kalplerine inen bu sesin geldiği yeri merak bile etmeden, önce alçak bir sesle, sonra giderek çoğalan bir nefes halinde, dediler: Yalancı düş ha! Bakın hele, şimdi iki kere suçlu olan şu Yusuf’a. Önce bizden çok sevildi. Bizden çok sevildiyse, bizden çok fark edilmek için gayret sarf etti demek ki. Üstelik böyle yaparak babamız Yakub’a daha da bir suç ortalığı armağan etti. Bu bir . Şimdi de görmediği düşleri gördüm diyor. Hem öyle bir düşler ki bunlar, doğruluğundan bir an emin olsak durmaz önünde secde ederdik, ama bu bir bardağı taşıran son damla. Artık bir çare bulmalı, bir son vermeli bu oyuna. Öyle ki babamızı da kurtarmalı bu suç ortaklığından. Kalbine oğulları arasında adaletle pay etmesini sağlamalı.

Bütün bir öğleden sonra kimi çok öfkeli, gözü dönmüş kimi, kimi daha temkinli, mutedil kimi. Neticede hepsi baba yüreğinde kendince adalet isteyen çocuk kalbi. Her kötülük bir mantıkla başlardı nasılsa. Öyle kolay geldiler oyuna. Sonunda Yusuf’tan kurtulmak için ortak bir karara vardılar.

Ertesi sabah Yusuf’u alıp kırlara çıkacaklardı. Nasıl yapacaklarını bilmiyorlardı ama dönüşte Yusuf yanlarında olmayacaktı. Bir yük, giderlerken hepsinin omzunda, dönüşte bir dağ kalkmış gibi olacaktı.

Vakit öylesine çabuk geçti ki, çölün muhabbetli koynuna sığındığını bile anlamadılar. On oğul aceleyle Yakub’un yanına çıktılar.

Uykunun hepsini kollarına almış olması gerektiği böyle bir zamanda, on oğul bir arada. Ağır bir rüzgâr, ürkütücü bir esinti, birden çöktü Yakub’un omuzlarına. Bir kalp ağrısı, bir önsezi. Biraz daha sıkışsa göğsünün sol tarafı, bir ah bile çıkacak değil, öyle bir acı ki!

On oğul on kere evlat sevgisi. Ama bu kurşuni bulut, neyin nesi?

Bir endişe, bir soru Yakub’un mavi, masmavi gözlerinin deriliğinde. Ne var oğullarım? Saçlarınızı, sizi naz ile kucaklayacak yastıklarınıza sermeniz gereken böyle bir vakitte. Ne var oğullarım ne oldu?

En büyükleri bir kandilin içinde ürken aydınlığa dikip gözlerini, bir şey olmadı, baba dedi. Bir şey olmadı ama yarın güneş doğduktan sonra biz on kardeş ve birde Yusuf, yanı ki senin oğulların, kırlara çıkmak niyetindeyiz. Bize izin ver, Yusuf’u bize ver!

Yusuf’u bize ver! Sözlere sinmiş kesinliğin rengi Yakub’un içini bir kez daha titretti. İzin, ama senin bize vereceğin değil, bizim alacağımız izin. Çünkü sen birsin, biz onuz. Sen babaysan biz oğuluz. Çünkü hepimizin bedeninde ve yüreğinde senin olduğun güçlü varlık uyanıyor şimdiden. Çünkü hepimiz şimdiden bir erkeğiz.

Sustu Yakub. Sonra düşünceli, Yusuf gelmese, dedi. İçlerinden biri, sözlerinin en esirgemezi, yoksa bize güvenmiyor musun diye sordu.

Pencerede rüzgâr, kandilde alev, kalbinde Yakup titredi.

Yok, dedi Yakub, yok, size güvenim sonsuz elbet, ama korkarım ki onu kurtlar kapar. O küçüğünüzdür, kendisini sizler gibi koruyamaz. Hepsi bir ağızdan, söz birliği etmiş gibi dediler ki: Güven bize, bize güven, ey gözlerini görmediğimiz denizler kadar derin, şefkati ile içimizi ısıtan baba.

Güven. O ki bir kez olsun güvenmemek kipinde çekimlense olumlu biçimi bir daha asla geri dönemeyecek.

Kırılacağı yoksa da on yürek, bir kez güvenmeyince, dağılıp gidecek. Güven. O ki korunması için güvenmekten başka yolu yok.

Olsun, dedi Yakup, olsun.

On oğullu yitirmemek için Yakub, Yusuf’un iznini ellerine verdikten sonra herkes uykuya çekildi gece, yolculuğunu yarıladığında, Yakub’un evinde uyuyor gibi görünse de herkes uyanıktı, Yusuf dışında. Ve on yürek, nasıl olacak, sorusuna cevabına Yakub’un ağzından çıkan sözde bulmuştu: Korkarım ki onu kurtlar kapar. İşte tamamdı!

Hain bir kurt Yusuf’u kapacak, geriye de kanlı gömleğini bırakacaktı!

Sonraki bölüm: Yusuf-ı Biçareyi Kardeşlerinin Çaha Attığıdır.


önceki yazıları okumak için Tıklayınız!

1 yorum:

Adsız dedi ki...

su sıra okuyorum bu kitabı bazı yerlerınde kendımı tutamadıgım oluyor nazan hanım mukemmel yakalamış o duyguyu elleri dert görmesin yuregıne saglık..