31 Ekim 2009 Cumartesi

Vahdet Vadisi

Vâdî-i vahdet hakikatte makam-ı aşktır
Kim müşahhas olmaz ol vâdîde sultândan gedâ

Vahdet vadisi hakikatte bir aşk makamıdır. O makama varıldığı zaman, kimlikler kapıda bırakılır. Sultanmış, dilenciymiş hiç ayrım yapılmaz.

Vadi, geçit demektir. Makam ise varılan yerdir. Oraya ulaşmak için de çok yollar yürümek gerekir. Orası meşakkatli bir yoldur. Vahdet vadisine girildikten sonra artık aşk makamına merhaba denilecektir. Kişi vahdet vadisi için gittiği yolda kapıdan girebiliyorsa o makam, aşk makamıdır işte.

Orada, ‘‘Sen kimsin? Mevkin, makamın ne? Ne iş yaparsın? Nereden geliyorsun?’’ gibi sorgulamalardan yoktur. Yani orada bekçiler bulunmaz.

Kişi kendini vahdete ne kadar kaptırırsa, o nispette aşk makamında ilerlemeye başlar. Tasavvuf makamı Hakk’ın bir mazharı olarak –‘‘Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeyi istedim ve âlemi yarattım’’ kudsî hadis-i şerifinden- kâinatı hedef almıştır. Allahütealâ’nın var olan her şeyi kendisi için bir ayna hükmünde yaratıp o aynada güzelliğini seyretmesi ve o güzelliğin de bizatihi kendisinin olması. İşte kişi, vahdet vadisine girdiği zaman o güzelliğin bir parçası olarak yaşıyor demektir. Orada hayat öyle devam edecektir.

Aşk, gönülde hissetmek, birdenbire duyulan bir heyecanın peşinden koşmak, hayat anlam katmaktır. Bu beyitin sonunda kişi kendine şöyle sorabilir: Nereye gidiyorum? Hayatıma gerçekten anlam katıyor muyum?

Çok net şöyle söylenebilir: Kişi sekiz saatini istirahata ayırırsa, geriye on altı saati kalıyor. On altı saat boyunca çeşitli dertlerinin, sıkıntılarının, ihtiraslarının peşinde hiç durmadan çalışıp didiniyor. Ve sonuçta baktığında her gün şunu söyler: ‘‘Bugün var olmak için, bir günü daha ben etim, derim ve kemiğim için harcadım.’’ Bunun müşahhas misali midedir. Kişi midesinin açlığını gidermek için her şeyi bir günde harcar. İyi de kişinin midesinden hariç doyuracağı bir zihni, dönüp bakacağı bir kalbi vardır. Yani insan, somut tarafının, etinin derisinin dışında bir de soyut, mücerret bir şeylerinin olduğunu düşünüp de, o on altı saatin içinde on altı dakikayı acaba gönlüne bakarak geçiremez mi? İnsan, gözüne bir kerecik olsun sevgisine, sevdiklerine, sevgililerine çevirip bunlarla yirmi dört saatin içerisinde, belki yirmi dört saniye yaşadığını hissedemez mi?

İnsan, zihin açlıklarını gidermese mutlu olamayacağını, gönlündeki açlıkları gidermese, yaşamının anlamının kalmayacağını bilmiyor mu? Oysa insan, yaratılışta yüzde elli maddeden yüzde elli manadan ibarettir. Fakat bugünkü çağda kişi manalarını terk etmiş, bağlamış, bir kenara koymuştur.

Oysa kalbine bakıp oradaki bir pencereden bir yol bulabilse! Öyle bir hayat koşturmacası içerisinde ki, kendini sorgulayamaz olmuş. İşte bunun için Fuzûlî’nin bu beytinden sonra kişi şöyle sormalı;

‘‘Ben, gerçekten, burada ben olarak mı varım? Ben burada ben miyim? Ve nereye gidiyorum?’’

İskender Pala
Perîşan Güzeller

3 yorum:

Unknown dedi ki...

"İnsan, zihin açlıklarını gidermese mutlu olamayacağını, gönlündeki açlıkları gidermese, yaşamının anlamının kalmayacağını bilmiyor mu? "
işte can alıcı soru yazı güzelmiş paylaşımın için sağol

cografyacı dedi ki...

rica ederim bahar gelsin :)

Adsız dedi ki...

selam ben senay, gercekten super bir blog, eger facebook veya twitter varsa eklemek isterim...